Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2017 Salı

Suç Makinesi - Tiyatro Oyunu

Suç Makinesi - Tiyatro Oyunu


Burak Uyanık'ın yazdığı ve oynadığı tek kişilik oyun "Suç Makinesi" 7 Ekim Cumartesi günü saat 20:30’da İstanbul Ataşehir Mustafa Saffet Kültür Merkezinde sahnelenecek. Suç Makinesi - Tiyatro Oyunu prömiyer geliri Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı'na bağışlanacak.

Suç Makinesi - Tiyatro Oyunu Konusu

18. YY Fransa'sı bunalımlar içinde savrulurken, Paris’te bir suç makinesi büyüyordu.
O da sizden biriydi.
Aşık olmuştu, kıskanmıştı, ağlamıştı, aldatılmıştı terk edilmişti...
Ama
Suçluydu.
En ağır cezayı hak ediyordu(!)
Affı yoktu.
Yapılan suçlamaları kabul etmeyerek hapishaneden kaçıp boş bir tiyatro salonuna gizlenen sanatçı Andre'nin hikayesi bu.
Sizler bir geceliğine onu saklamaya ne dersiniz?
Bilet satışları buradaki adresten yapılıyor. Bilet Fiyatları Öğrenci 10 TL Tam 15 TL olarak belirlenmiş.

1989 yılında kurulan Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı, toplanan bağışlarla Cerebral Palsy’li çocuklara eğitim-öğretim, psikolojik ve sosyal destek, erken müdahale danışmanlığı, fizyoterapi, hidroterapi ve özel eğitim desteği veriyor...

Cerebral Palsy Nedir?

Cerebral Palsy, gelişimini tamamlamamış beynin doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde hasar görmesiyle oluşan bir engellilik durumudur. Beynin travmaya uğramış kısımlarına erken müdahale edilmesi ve hayat boyu rehabilitasyon uygulamasıyla önemli gelişmeler sağlanabilmektedir. Hamilelikte kullanılan ilaçlar, düşük tehdidi, annenin stresli bir hamilelik dönemi geçirmesi, bebeğin kafasına alabileceği bir darbe, yüksek ateşli hastalıklar, kan uyuşmazlığı, zor doğum, kordon dolanması gibi çeşitli sebeplerle Cerebral Palsy ortaya çıkabilir.
Devamını Oku »

4 Aralık 2015 Cuma

Ayak Sağlığı ve Ayakkabı

AYAK SAĞLIĞI ve AYAKKABI

Gün içerisinde ilgilenilecek bir sürü işin peşinde koştururken yanlış ayakkabı seçimi nedeni ile ayak kaynaklı ağrıları hiç birimiz çekmek istemeyiz. Gün boyu bizi taşıyan ayaklarımıza gereken özeni, öncelikle doğru ayakkabıyı seçerek göstermiş oluruz. Ayak bakımı ise mutlu ayaklar için olmazsa olmazların ikincisidir. Ayak sağlığı ve ayakkabı konusunu işlerken genel olarak dikkat edilmesi gereken konulara ve yüksek topuklu ayakkabıların içerdiği tehlike potansiyeline değineceğim.


Yaz aylarında ayaklarımızı gösteren, açık ayakkabılar giyeriz. Dolayısı ile ayaklarımıza göstereceğimiz özen daha da artar. Kadın olarak güzel ayaklara sahip olmak önem taşımaktadır. Ayağımızın topuğuna, parmaklarına, tırnağına ve derisine bakım yaparken her gün yıkamalı, kremlemeli aynı zamanda masaj yapmalıyız. Ayağı ıslak tutmamalıyız. Nasır, çatlak ve enfeksiyonlardan korunmak için günlük bakımı ihmal etmemeliyiz. Ayak tırnaklarımızı düzgün ve özenli kesmeliyiz. Biçim bozuklukları için mutlaka bir hekime danışmalı, ayağımızı aşırı yüklerden korumalıyız.

Yüksek Topuklu Ayakkabı Hususunda;

Ayak ve ayakkabı görüntüsünün güzel olması kişiye psikolojik destek verir. Bazılarımız için özgüveni tamamlayan bir unsurdur. Yüksek topuklu ayakkabı giyildiğinde bacakların daha ince ve uzun görünmesi kişinin özgüvenini arttırır. Şık olmanın rahatlıktan önce geldiği düşüncesinin arkasında karşı tarafa verilen “kendime güveniyorum” mesajının yattığı düşünülebilir. Ki bence kadınca tasarımlar olan yüksek topuklu ayakkabı giyebilmek, biraz cesaret ve kendine güven ister.
Topuklu ayakkabılar, vücut ağırlığını ve yükünü tüm ayağa yaymak yerine, bu yükün ayağın ön bölgesine binmesine sebep olurlar. Gün içerisinde uzun süre giyildiğinde ayak ön bölümünde yakınmalara yol açarlar. Yaz aylarında önü açık olan topuklular tercih edildiğinde parmakların ucu ve kenarlarının açık olması sıkışmayı azaltacağından yakınmalar azalabilir. Ancak ince topuklu ayakkabıların tabanları ince ise ayağın ön bölümüne binen yükü arttıracağından yine ağrı ve yakınmalara sebep olabilir.
Sivri burunlu ve sert ürünlerden yapılmış ayakkabılar ayak şekline etki eder. Ayak parmaklarının sıkışması ayağın ön bölümündeki yapıların üst üste binmesine yol açar. Sivri burunlu ayakkabının topuk yüksekliği arttıkça bu etki daha da artar. Hatta ayaklarınızda bir düşman taşıyor olursunuz! Uzun yıllar ve sürekli sivri burunlu ve topuklu ayakkabı giymek ayakta kalıcı sorunlara yol açabilir. Sivri burunlu ayakkabı giyenlerin özellikle başparmaklarının ayakkabı içinde düzgün ve ileriye bakan duruşunun, dış yanlara doğru kayması ortopedik açıdan sorunlara yol açar. Özellikle 40’lı yaşlarda daha sık olarak rastlanan sorunların başında, ayağın iç yanında, başparmağın tarak kemiği ile birleştiği eklem bölgesinde kemiğin dışa doğru çıkıntı yapması gelmektedir. Bu çıkıntı ise ağrılıdır, yürümeyi zorlaştırır. Çoğunlukla kadınlarda görülen ve Hallux Valgus (başparmak çıkıntısı-bozukluğu) olarak bilinen bu durumla ilgili aşağıda yayınladığım fotoğraf sanırım daha açıklayıcı olacaktır.
Ayak Başparmak Çıkıntısı
Halluks Valgus Foto:Medikal Yaşam
Bir de yürüme sırasında denge kaybı nedeni ile ayak bileği burkulması ve düşme kaynaklı yaralanmalara sebebiyet veren topuklu ayakkabı kazaları yaşanmaktadır. Topuklu ayakkabı kazaları ile ilgili olarak hazırladığım bir videoyu buradan paylaşarak olayın vahametini gözler önüne sermek istedim.



Ayakkabı Satın Alırken Unutulmaması Gerekenler:

- Ayağınızın biçimini bilerek uygun ayakkabı alınız.
- Akşam saatlerinde ayaklarınız yorgun ve şiş olur. Yeni ayakkabı almak için akşam saatleri daha uygundur.
- Bazılarımızın sağ ve sol ayak numaraları farklı olur. Bu durumda büyük olan ayak numarası gözetilerek tercih yapılmalıdır.
- Ayakkabıyı oturarak değil ayakta denemeliyiz. Ayağa tam oturmuş olan, içinde kolayca salınmasına imkân verecek boşluğu bulunan ayakkabılar tercih edilmelidir.  Önden, arkadan ve yanlardan sıkmayan, ayrıca berelenmeye sebebiyet veren sert malzemelerden yapılmamış olmasına da dikkat etmeliyiz.
- Anatomik ayakkabıların ayakta bulanan taşıyıcı noktaları desteklediğini ve yürümeyi rahatlattığını akıldan çıkarmamalı, tercihimizi bu yönde yapmalıyız.
Gün boyu ortalama kaç adım attığınızı hiç düşündünüz mü?  Beşbin? Onbin? Sayı onbinlerle ifade edilecek kadar fazladır. Bu çalışkan organlarımızın hayatımızdaki önemini bilerek ayak sağlığı ve ayakkabı konularına gereken özeni göstermeliyiz.  Mutlu ayaklar, mutlu günler diliyorum.
Devamını Oku »

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi

İstanbul Kadıköy'de bulunan Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2014 yılı sonunda daha modern ve depreme dayanıklı hastane inşası amacıyla yıkıldı.
Halen Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnşaatı tüm hızıyla devam etmekte. Yeni yapılan hastane ise 1149 yatak kapasiteli olacak. Yılda birbuçuk milyon hastaya hizmet verilmesi hedefler arasında. Hastane, deprem olduğunda sarsıntıları önleme amacıyla 505 adet sismik izolatör ile korunacak. Bu sayede deprem olsa bile hizmet etmeye devam edecek olan yeni hastane aynı zamanda Uluslararası Leed Gold sertifikasına adaylığını koydu. Bu ise yeşil bina konseptine uygun olarak tasarlanıp inşa edileceği anlamına gelmekte.
Zaman zaman yolumun düştüğü (6 ayda bir), Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin karşısında bulunan diş hastanesine gittiğimde 6. kata çıkar ve fotoğraf+video çekerim. Aşağıda yayınladığım fotoğraf ve videolar işte bu ziyaretlerde çekilmiştir. Hastanenin yıkılmadan önceki halinin olduğu fotoğraflar ve sonrasına ait videoların bulunduğu bu materyallerin ilgi çekeceğini düşünerek paylaşmak istedim.



Ayrıca İSMEP'i merak edenler için linkini vermek istiyorum. Kopyala yapıştır yapılarak adres ziyaret edilebilir:
http://www.ipkb.gov.tr/tr/Kurumsal/ISMEP
Aşağıdaki fotoğraftaki hastane binası daha sonra yıkılacak;


Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi - Fotoğraf 4.10.2012 tarihli 

İlk yıkılan ise yeşil renkli bu bina oldu;

Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi - Fotoğraf 4.10.2012 tarihli
Ocak 2015 tarihinde çektiğim ve inşaatın başlangıcını gösteren video;




Temmuz 2015 tarihindeki durum ise aşağıdaki videodan izlenebilir;



Tarihler 18 Eylül 2017'yi gösteriyor. Hastane inşaatındaki büyük ilerleme göze çarpıyor:

Son güncelleme: 2 Ekim 2017
Devamını Oku »

28 Haziran 2015 Pazar

Sigara ve Ölümcül Korku

SİGARA BIRAKMANIN VERDİĞİ ÖLÜMCÜL KORKU

Sigara konulu birinci yazımda sigarayı nasıl bıraktığımı, günbegün neler yaşadığımı anlatmıştım. Okuyacağınız bu yazı ilki ile doğrudan ilişkili bir devam yazısı. Onu terk ettikten sonra nefes alamadığım rüyalar görüp -ki sigara başrolde idi bu rüyalarda- uyanınca da yaşıyorum diye sevinmiştim. Bu rüyaları takip eden günlerde gazetede okuduğum bir makale işin iç yüzünü ortaya çıkardı. Bilinçaltımın normal tepkiler (ya da alışılagelmiş) verdiğini öğrenmek beni rahatlattı. Hemen alt satırda bahsi geçen yazıyı paylaşıyorum.
İlk sigara yazıma ulaşmak için <<Sigara ve Ölüm Fikrinin Güncesi>>  başlığına tıklayabilirsiniz.

Sigara İçen Tiryakiye Öğütler:

<<Sigara içmek ağrılı ve yavaş bir ölüme neden olabilir!>> Sigara içenlere sigara paketlerine her bakışlarında gördükleri bir mesajdır bu. Yine de bu mesajın etkisi zayıf kalıyor. Avrupa komisyonunun sürdürdüğü geniş bir soruşturmaya göre, konuşulan sigara içicilerinin yüzde 68'i sigara karşıtı kampanyaların kendilerine bırakma isteği vermediği kanısındalar. 
Bilinçaltı mı? Düpedüz çılgınlık mı? 
Gerçekte, sigara içen iki ölümcül korku arasında sıkışmıştır: Kanserden ölüm korkusuyla, sigara bırakmanın verdiği ölümcül korku. İkincisi ani ve somut olduğu için ilkinden daha güçlüdür. Tiryaki sigarasını yaşamsal hisseder. "Bırak" sözcüğü bir cezadır, bir "ölüm hükmüdür". Bırakmak, büyük güçlükle oluşturulmuş bir kimliği yitirmektir. (Bu paragraf benim durumumu oldukça iyi tarif etmiş)
Bir değişimi nasıl yürürlüğe sokmalı?
Yetkililere göre hiç sigara içmemiş gibi olunmaz ama eski tiryaki olunur. Çok daha iyidir de bu: Sigara deneyiminden vazgeçmek arşivleri yeniden düzenlemek gibidir. Kendini yadsımak değildir, ama kimliği oluşturan öğeleri yeniden örgütlemektir. İnsanın söktüğü her parçayı kullandığı ağır ağır bir "yapıyı bozma-yeniden yapılanma" çalışmasıdır... "Sigaranın yerine ne koymalıyım?" sorusuna uzmanların yanıtı şöyle: "Kendinizden biraz bir şey". 
Sigara İçmek Bir Dildir:
Tiryakinin jestleri öfkeli, alaycı, düşünceli, erotik, sinirli, olabilir... "Sigaramın dumanıyla zarif kıvrımlar yapmaya bayılıyorum" diyor 44 yaşında öğretmenlik yapan kadın, "Sigara bir aksesuar olmaktan öte bir şeyi temsil ediyor. Tıpkı uzun saçlarım gibi, görünümümün bir parçasını oluşturuyor." Sigara içmek belki de ergenlikten bu yana sabırla dövüle dövüle biçimlendirilmiş bir kimliğe denk geliyor. Kendi olmak için içiyor insan. Giderek gençlik çağında kendini tütünsüz imgelemek güçleşiyor, çünkü kendini onun yardımıyla yapılandırmış oluyor. 



Sigara Bir Dosttur:
"İçten bir dost gibi, sigara hep güzel anları paylaşmaya hazırdı benim için ya da bana birazcık avuntu sunardı..." diye anıyor 51 yaşındaki bir yönetici sekreteri. Can sıkıntısı, kararsızlık, stres, bunalım... Sigara hepsine yanıttır. Yoksunlukları gidermeye yarar sayısız duruma karşılık verir. Tiryaki için etrafında bir çeşit değişmez, güven veren ayinle ilgili kurulan bir tür "emzik" görevi görür, ya da bir tılsım... (Vallahi çok haklı güzel bir şey olduğunda bunu tamamlayacak şeyin sigara olduğunu hâlâ zaman zaman düşünürüm)
Sigara Soluklanmadır:
Çok yoğun bir çalışma programı içinde insan kendine tek soluklanma aracı olarak sigarayı görür. Paradoks olarak sigara içici bol bol nefes alıp veren biridir. Tütün severliğin oral yanından, emzirmeye benzeyen bu içe çekişten çokça söz edilir ama soluk alıp verme unutulur. Oysa organizmanın yaşamı sürdürmedeki temel sistemi aracılığıyla zehir emerek görülmemiş bir şiddet uygular insan kendine. 
Duygulara Saygılı Olmak:
Sigara üstüne sigara tüttürmekle, tiryaki öfkesini ve diğer rahatsız edici duygularını törpüler. Gerçekte duygusuna "Sus sen, seninle uğraşacak vaktim yok" demektedir. İyi yaptığına inanır, ama benliğinin alarm halinde olan ve çözümler üretebilecek farklı bölümleri arasındaki iletişimi kesmektedir. Daha fazlası, sigaraya sanki sihirliymiş gibi bir güç yüklemektedir: "Benim sakinleşmeme yardım ediyorsun, öyleyse güçlüsün". Bunun doğal sonucunda, gitgide kendini daha güçsüz hisseder. Sigarayı bırakmak, iç diyaloğu yeniden kurmaya ve dümeni yeniden ele almaya izin verir. 
Daha Çok Varlık Gösterebilmek:
Sigara olumlu duygular üzerinde zararlı bir yolda etkidir. Yaşam ona güldüğünde sistematik olarak bir sigara yakmak, tiryakinin onsuz bir mutluluğun tam olamayacağına inanmasına yol açar. Bu asalak arkadaşı sırtından atmakla, insan gerçekte dünyadaki varlığını güçlendirir. Bir gülümsemeyi, bir manzarayı, bir kokuyu dolu hisseder. Sigaranın bırakılmasıyla, ergenliğinin bir bölümünü terk edebilir insan; külhanbeylik, inkârcılık... Kendine ihanet için değil, kendi kendisiyle daha çok ilgilenerek, daha sorumlu olarak büyümek için. Sigarayı bırakmak araçtan başka bir şey değildir, bir ilk adımdır. Başka projeleri başarmak için gereken enerjiyi sağlar.  Türkçeye Çeviren: Emre Çağatay 
Evet dostlar, sigarayı bırakmak konusunda olan bu yazıyı gözümün önünde durması için ve kaybetmemek adına bloğumda yayınladım. Aynı zamanda yolu buraya düşüp faydalı bir şeyler okuyayım açlığı yaşayan okurlar için paylaştım. Yazı nedeniyle Google amca bana kızmaz umarım. Sonuçta yüzde yüz haberseyri üretimi değil...
Sigarayı bırakmak konusundaki tek şikâyetim iştahın açılması ve vücudun kilo almaya yatkın hale gelmesidir. Tam 8 sezon oynayan ve senaryo danışmanlığını doktorların yaptığı bir dizi vardı. İsmi House M.D. idi. Bilenler bilir bu doktorun şanını. Dr. House, dizinin bir bölümünde, kilo vermeyi başaramayan hastasına yemeklerden sonra bir sigara içmesini tavsiye etmişti. Sonra da şaşakalan hastasını öylece bırakıp çıkmıştı odadan...
Sağlık en büyük hazinemiz, kendinize iyi bakınız...
Devamını Oku »

11 Haziran 2015 Perşembe

Sigara ve Ölüm

SİGARA ve ÖLÜM FİKRİNİN GÜNCESİ

Yıllar önce sigarayı bırakma konusunda zaman zaman teşebbüslerim olmuştu. 2007 yılında ki denemem bana sigara ve ölüm fikrinin güncesi yazısını yazdırması açısından önemlidir. Yazmış sonra da bir kaç sitede yayınlamıştım. Şimdi yazıma sahip çıkıp kendi blogumda yayınlıyorum. Sigara gibi kötü bir alışkanlığın zararları konusunda değildir bu yazı, sadece çok basit olarak zihnime oynadığı oyundan bahsedeceğim. Bu öyle bir oyun ki rastlantı sonucu o gazeteyi ve o yazıyı okumasaydım <<iyi saatte olsunlara>> yorumlayacaktım sigarayı bırakmak ile ilgili  korkutucu kabuslarımı.
Yazım iki bölümden oluşuyor. İşte İlk bölüm:

Sigara ve Ölüm Fikrinin Güncesi 1

Sene 2007, günlerden 31 Temmuz ve saat 16.00 suları. Balkondayım, telefonda arkadaşımla konuşuyorum. Bir elimde telefon bir elimde sigara var. Sigara hakkında laflıyoruz. Konuşma öyle bir noktaya geldi ki sonunda ben ‘Aman’ dedim ‘zaten bırakmayı düşünüyordum.’ Peşinden de ekledim;  ‘Şu andan itibaren de içmiyorum. Arkadaşım daha bir iki ay öncesine kadar sigarayı elinden bırakmayan biriydi. Artık aktif içici değil ve bu konudaki tecrübesine dayanarak bendenize destek ve taktik veriyor.


15 dakika sonrasıydı, bakkaldan sigara alırken yakaladım kendimi! Amacım elimdeki parayı bozdurmaktı. Bakkalın uzattığı paketi elime alır almaz aklıma sigarayı bırakmış olduğum geldi. Paketi iade ettim, yerine sigara kadar zararlı sayılabilecek abur cuburlardan alarak paramı bozdurdum ve mekânı terk ettim. 
31 Temmuz 2007 vakit gece yarısı; sigarayla vedalaşmam gerekli, böyle aniden ayrılmak olmaz. Veda törenim iki sigara içimi sürdü. Birini içip birini atmak olmazdı. Milli servet ve de Tekel işçilerinin alın teri var bu nimetlerde! Ertesi gün yani 1 Ağustos günü sevdiğim insanlarla birlikte olacağım. Sigarayı bırakmak için mutlu ortamların ideal olduğunu duymuştum. 




01.08.2007 gece yarısı; en zoru bu geceyi atlatmaktı. Uyumadan hemen önce balkonda, gecenin serinliğinde bir sigara içmek hakikaten keyif verici oluyordu. Neden böyle bir keyiften vazgeçer ki insan? Neyse efendim sigara içmemeyi başararak başımı yastığa koydum, uyudum. Saat 01.00 de uyandım, kendimi dinledim; yaşadığıma hayret edip evin içinde bir tur attıktan sonra tekrar yattım. Saat 03.00 sularında nefes almakta zorlanarak tekrar uyandım; ‘Allah’ım nefes alıyorum, yaşıyorum!’ Şükür edip tekrar uyudum. Saat 05.00 oldu. Kuş gibiyim; hafif. Bu saatten sonra artık uyunmaz... 
02.08.2007 gününün gecesi de aynı şekilde geçti. 
03.08.2007 Sakız çiğnemek, çekirdek yemekten dolayı çenem ağrılar içinde. Midem bir garip! Ev dışında zaman geçirmeye çalışıyorum. Balkon artık yasak bölge oldu. 

05.08.2007 Gece yaklaşıyor. Bir telefon konuşması gerçekleştiriyorum. Süper kupa tartışmasına girdik. Arkadaşım, Beşiktaşlı Cisse'nin aslında o ünlü Cisse olmadığını söyledi benim tersime giderek. Bunu bilmeyişimin hıncını ters davranarak ondan çıkardım. Sonuç olarak dünden beri aramız limoni. Sigarayı taze bırakmış birisiyle dalga geçerken dikkat edilmeli, asla damarına basılmamalı!


Beşiktaşlı Papice Cisse
Djibril Cisse
06.08.2007 Dünkü Cumhuriyet'in Pazar ekini okumamıştım. Bugün oğlumu parka götürürken yanıma aldım. <<Salıncakta>> oturup gazetenin ekine göz attım. Niye banka ya da çimenlere değil salıncağa oturuyor diye akıllara bir soru gelebilir, gelsin yanıtlamayacağım. Sigarayı bıraktım, sinirli olma ve karşımdakini sinir etme hakkım var (anayasal bir hak olmamakla birlikte...) 
Efendim gazetenin <<Pazar>> isimli pazar ekinde yazılanlara geleyim. Gece nefessiz kalıp uyanmama neden olan << şeyi >> açıklamışlar bu yazıda...
Devamını Oku »

28 Kasım 2014 Cuma

Lejyoner Hastalığı

LEJYONER HASTALIĞI

Lejyoner Hastalığı, Legionella Pneumophila adlı bakterinin sebep olduğu bir akciğer hastalığıdır. Lejyoneller tüm yeryüzünde görülebilen çevre kaynaklı hastalık yapabilen mikroorganizmalardır. İnsanlarda akciğer kaynaklı çeşitli hastalık tablolarının görülmesine sebep olurlar. Grip benzeri şikâyetler, zatürre bu hastalıklar arasındadır. Yüzey sularında ve kaynak sularında doğal olarak az miktarda bulunurlar. Nemli ortamlarda uzun zaman canlı kalabilirler. Bakterinin çoğalması için 25-45 C en uygun sıcaklıktır. Binaların su borularındaki tortu ve kalıntılarda uygun çoğalma ortamı bulurlar. Bunun yanında su soğutmalı merkezi klima sistemleri, fıskiyeler, buharlı vantilatörler, duş başlıkları, hastaların kullandığı buharlı solunum cihazları bakterilerin görülebileceği ortamlar içindedir. Sayılan bu sistemlerin bakım ve dezenfeksiyonun yapılması bakterinin üremesinin önüne geçer.




Lejyoner Hastalığı Nasıl Bulaşır?
Hastalık yapan mikroorganizmalar, havaya yayılan su tozlarının solunmasıyla ciğerlere ulaşırlar. Su tozları, püskürtme yönteminin kullanıldığı duşlar, klima sistemleri, fıskiye, hamam, jakuzi gibi sistemler aracılığıyla etrafa yayılır. Ayrıca dişçilerin kullandığı aletler, buharlı solunum cihazlarının suyu ve ağızlığı legionella bakterisinin yayılmasına etken olabilir. Sıcaklığın arttığı yaz ayları, eylül ve ekim ayları hastalığın gelişmesi için en riskli dönemler olarak görülür. Hastalıkla ilgili vakalar tek tek olmakla birlikte hastane ve otel ortamlarında salgın şeklinde de görülebilir. Kişiden kişiye bulaşıcı özelliği yoktur.

Lejyoner Hastalığının Belirtileri Nelerdir?
Akciğer iltihabının ağır bir şekilde seyrettiği lejyoner hastalığı; vücutta halsizlik, kas ve eklem ağrıları, baş ağrısı, kuru öksürük, huzursuzluk ve ateşle kendini gösterir. Sindirim sisteminde bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishal yaygın olarak görülür. Dikkat bozukluğu, zihin bulanıklığı gibi akciğer dışı bulgular ortaya çıkar.

Risk Faktörleri; 
Legionella bakterisi vücuda girdiğinde kişinin direnci zayıf ise hastalığa yakalanma riski yüksektir. Bağışlık sisteminin zayıf olmasının yanı sıra şeker hastalığı, yaşlılık, kanser ve tedavi için kullanılan ilaçlar, alkolizm, kronik böbrek ve akciğer hastalıkları, sigara kullanımı diğer risk faktörleridir. Lejyoner hastalığı kadınlarda daha az çocuklarda ise nadiren görülür.

Tanı Nasıl Konulur?
Kesin tanının konması için önce doktorun hastalıktan şüphelenmesi gerekir. Bu şüphe doğrultusunda bakterinin tespiti için gereken laboratuvar tetkikleri istenir. Legionella bakterisi veya onun antijenleri kan, idrar ve balgamda tespit edilerek tanıya ulaşılır.

Tedavisi;
Lejyoner hastalığının tedavisinde antibiyotik kullanılır. Hastalığın yol açtığı zatürre diğerlerinden farklı olduğundan uygun doz ve süreler değişiklik gösterir. Hasta tedaviye çabuk yanıt verir. Fakat ağır seyreden bazı durumlarda hastalıktan sonra yerleşip kalan arazlar olabilir. 


Devamını Oku »

2 Eylül 2014 Salı

Çocuklarda Şişmanlık

ÇOCUKLARDA ŞİŞMANLIK

Obezite gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, erişkinleri olduğu kadar çocukları da etkileyen psikolojik, sosyal ve tıbbi problemler yaratabilen önemli bir sağlık sorunudur. Vücütta yağ oranı yağsız olan kütleye göre daha fazladır. Boy uzunluğuna göre vücut daha ağırdır.


Görülme sıklığı bütün yaş gruplarında artmaktadır. Çocuklarda obezitenin nedenleri, yaşadığımız çağın getirdiği beslenme şekillerinde yağların ve karbonhidratların gereğinden fazla miktarda yer alması, çocukların fiziksel etkinliklerden uzaklaşmasıdır. Beslenme çocuk sağlığında önemlidir ve çocuğun bedensel, bilişsel ve duygusal gelişmesinde yediği besinlerin içeriklerinin ne olduğu ve miktarı önem taşımaktadır.
Çocuklarda şişmanlık, yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve ergenlik döneminde artmaktadır. Şişman çocukların 1/3'ü, ergenlerin ise %80’i gelişmelerini tamamladıklarında kilolu kalmaktadırlar. Doğum kilosu normalin altında veya üstünde olanların çocukluk ve erişkinlik döneminde kilolu olma riskleri yüksektir.
Yağ dokusunun fizyolojik olarak en yüksek olduğu iki dönem süt çocukluğu ve ergenlik öncesi dönemlerdir. Yaşamın ilk 6 ayında şişmanlık sıktır. Bebeğin hareketlerindeki artış nedeniyle 1 yaşından sonra şişmanlık sıklığı giderek azalır. Ergenlik öncesi dönemde çocukta şişmanlık sıklığında ikinci bir artış gözlenir. Regl başladığı sıralarda kız çocuklarında yüksek oranda ağırlık fazlalığı görülür. Erkek çocuklarda ise ergenliğin ilerlemesiyle yağ dokusu azalır. Çocuklardaki aşırı kilo, gençlik obezitesine olanak vermesi açısından risklidir. Kız çocuklarında kilo sorunu erkek çocuklara oranla daha fazladır.
Hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, diyabet, eklem romatizması ve birçok başka hastalığın obezite ile sıkı bir ilişki vardır. Şişman kişilerde yaşam süresi daha kısadır ve bu durumun başlangıcı çocukluk yıllarına dayanır.
Aile ortamı yeme alışkanlığının şekillendiği yerdir. Ailenin sosyal ve ekonomik durumu, eğitim seviyesi, ailedeki genel kilolu olma durumu çocuklarda şişmanlık durumunu direkt olarak etkiler. Çocuğa düzenli ve sağlıklı yeme alışkanlığını kazandırmada anne ve bakıcıya büyük görev düşer.

Toplumda obeziteyi oluşturan etkenler nelerdir?

Genetik Etkenler:
Genetik yatkınlığı olan bireylerde, çevresel etkilerle birlikte ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Yapılan araştırmalarda aile bireylerinin beden kitle indeksinin deri altı yağ dokusu dağılımı ve kalça beden çevresi oranının birbirine benzer olduğu saptanmıştır.

Demografik Etkenler:
Obezite 50-60’lı yaşlara kadar yaşa bağlı artışlar gösterir. Yaşın ilerlemesiyle bedensel aktiviteler azalır, vücudun enerji ihtiyacı da düşer. Bu da şişmanlığı artırır. Kadınlarda, östrojenin yağ dokusunu arttırıcı etkisine, gebe kalmasına ve doğum yapmasına bağlı kilo artışları gözlenir.

Çevresel Etkenler:
Küçük çocuklar yeme alışkanlığını aile de kazanır. Ailenin beslenme tarzı öğün sayısı ve günlük etkinlikleri yeme alışkanlığını oluşturur. Çocuk topluma karıştığında (kreş ve okul) akranlarını gözlemleyerek bir tarz oluşturur. Eğitim merkezlerindeki yemekhane ve kantinlerde sunulan besin içerikleri ve bu ortamlardaki fizik etkinlikleri yeme alışkanlığının oluşmasını etkiler.
Kalabalık ailelerde ve düşük sosyoekonomik gruplarda beslenme ve sağlıkla ilgili bilgi yetersizliğinin yaygınlığı, yüksek kalorili besinlerin ucuzluğu, yararlı besinleri edinmenin zorluğu kişileri tek yönlü beslenmeye zorlar. Bu ise şişmanlığa ortam hazırlar.

Fiziksel Aktivite:
Fiziksel etkinliklerin her türlüsü enerji harcamayı gerektirir. Hareketin az olduğu bir yaşam biçimi obeziteye zemin hazırlar. Fiziksel olarak aktif olanlara nazaran pasif kişiler daha şişmandır.
Televizyon karşısında hareketsiz oturmak, bununla birlikte ana öğün harici ara öğün yemek obeziteye yol açan faktörlerdendir. Televizyon karşısında geçirilen zaman uzadıkça, kişinin vücut kitle indeksi artış göstermektedir. Çocuklar televizyon reklamlarından etkilenerek besin değeri az olan yiyecekleri daha fazla tercih etmektedirler.

Davranışsal Etkenler:
Diyet;
Yaşamın ilk yıllarında yeni yağ hücrelerinin oluşumu hızlıdır. Sayısal olarak yağ hücrelerinin artması yağ depolamasının hızına bağlı olarak artar. Şişman çocukların yağ hücre sayısı normal çocukların üç katıdır. Ergenlik döneminden sonra yağ hücre sayısı artmaz. Hızlı ve fazla yeme şişmanlıkta en büyük etkendir. Günümüz beslenmesinde lifli ve işlenmemiş gıdalardan uzaklaşılmış, yağ, sukroz ve soydum açısında zengin gıdalar tercih edilir olmuştur.

Yeme Alışkanlığı;
Anne sütü bebeklerde obezitenin gelişmesini engeller. Bebek doyduğunda beslenmeyi bırakır. Biberonla beslenme durumunda anneler biberonda kalan yiyeceğin bitmesi için zorlayıcı olabilirler. Bebeğin, yediğini kontrol mekanizması anneye geçer. Bebek her ağladığında biberonla süt vermek, muhallebi gibi kalorili besinlere erken başlamak ve fazla yedirmek bebeği kilolu olmaya yönelten yanlış uygulamalardır.

Modern yaşamın hızı yeme alışkanlığını olumsuz etkiler. Fast food tarzı yiyecekler tercih edilir. Bu gıdalarda yağ ve kalori yoğunluğu oldukça fazladır. Bu ise şişmanlık için risk teşkil eder.

Günlük öğünlerin düzensiz oluşu, günde bir iki kez yemek yenmesi risk teşkil eder. Günde 3-4 kez düzenli ve daha fazla miktarda yiyen kişilerde obezite riski daha azdır.

Psikolojik Etkenler:
Bazı çocuklarda obezite psikolojik sorunlara tepki şeklinde ortaya çıkar. Ebeveyn ilişkilerindeki sorunlar, okulda başarısız olma, arkadaş grupları arasına alınmama gibi sebepler kişinin ruhsal yapısını etkileyerek fazla yeme eğilimine yol açar. Ergenlik döneminde ise arkadaş edinememe, grup faaliyetlerine katılamama gibi problemler psikolojik olarak sorun yaratmakta çocuğun obezite derecesini arttırmaktadır. Zihinsel engelli çocuklarda obezite sıklığı yüksektir.

Bebekleri her ağladığında her zaman meme veya biberonla cevap veren anneler, onların oral doyum ve hayattaki açlığını koşullayarak ilerleyen yıllarda stres altında kaldığında oral doyum aramasına neden olur. Kısacası birey yaşamında mutlu olamıyorsa duygularını yiyerek doyurmaya meyleder.

İntrauterin (dölyatağı içi) Etkenler:
Gebelik sırasında anne ile ilgili bazı faktörlerin, doğum sonrasında obezitede etkili olduğu bilinmektedir. 2. Dünya Savaşı yıllarında gebe olan ve ilk 6 ayında ağır açlık yaşayan annelerin çocukları 18 yaşındayken, kilo problemi sıklığı iki kat fazla bulunmuştur. Diyabetik annelerin çocuklarında 8 yaşlarında kilo oranları yüksek bulunmuştur. Düşük doğum tartısı erişkin yaşlarda bölgesel yağlanmalara neden olmaktadır.

Çocuklarda şişmanlık, hem duygusal hem de fiziksel yanı olması nedeniyle tedavisi zor bir hastalıktır. Obez çocuklar yetişkin olduğunda da kilolu olabilirler. Obezitenin yol açacağı hastalıklara yakalanma riskleri de buna bağlı olarak yüksek olur. Bu yüzden önceden önlem almak bireyin yararına olacaktır.

Şişmanlığın tedavi edilmesi zorunludur. Tedavide başarılı olabilmek için, öncelikle sebeplerin belirlenmesi, kalori kısıtlaması ve egzersizi yaşam alışkanlığı haline getirecek davranışların yerleştirilmesi gerekmektedir. Obezite tedavisinde bir takım oluşturmalıdır. Bu takımda doktor, diyetisyen, çocuk hemşiresi, psikolog, fizik tedavi uzmanı ve en önemlisi aile olmalıdır. Ailenin önemi, çocuktaki şişmanlığın gelecekteki yaşamı için sorun teşkil edeceğini kabul etmesi ve bunu idrak ederek tedaviye destek vermesi açısından önemlidir.
Devamını Oku »

1 Eylül 2014 Pazartesi

ALS Hastalığı

ALS HASTALIĞI


Yaklaşık 10 yıl önce İstanbul Bahçelievler’de bulunan 70. yıl İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’ne işimiz düşmüştü. İş derken tedavi gerektiren bir sorunla karşılaşmıştık. Orada kaldığım süre içinde hastaneye birçok kez girdim ve çıktım. Her seferinde girişteki duvarda bulunan İngiliz fizikçi Stephen Hawking’in kocaman fotoğrafı ve sözleriyle karşılaşıyordum. O fotoğraf hala orada mıdır, bilemiyorum. ALS hastalığı ile yıllarca savaşmış birinin, bir mucizenin fotoğrafını oraya asanları takdir ettiğimi anımsıyorum. Geçtiğimiz günlerde medyada, başlarından aşağı kovalarla soğuk suyu boşaltanları gördükten sonra ALS nedir diye merak ederek araştırdım. Google’da karşıma sıklıkla Stephen Hawking’in ismi çıktı. İnsan vücudunu eritip bitiren bu hastalığa 3-5 sene ömür biçilmiş ve başkalarına bağımlı olarak yaşamak zorunda kalmışken, 50 yıl dayanabilmiş bu bilim insanını daha da takdir ettim.

Tıp alanındaki ismi Amyotrofik Lateral Skleroz olan ALS hastalığı hakkında öğrendiklerimi bilgi vermek amacıyla paylaşmak istedim.

ALS Hastalığının Tanımı:

Beyin ile vücudun diğer kısımları arasındaki bütün sinir bağlantısı beyin sapından geçer. Motor nöron hastalığı,  merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapının bulunduğu bölgede motor hücrelerin ölümünden kaynaklanmaktadır. Motor hücreler dendiğinde ise kasların hareketlerini yöneten nöronlar anlaşılmalıdır.      

ALS Hastalığının Nedenleri:

ALS hastalığında hücre ölümlerinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. DNA’da meydana gelen değişiklikler bu hücre ölümlerinden sorumlu tutulmaktadır. Hastalığın nedenlerinin çok azı aileden ötürüdür. Tüm ALS hastalarının yaklaşık %10'unda hastalık kalıtsaldır. Bu duruma ailevi ALS denir. Kalıtımla ilgisi olmayan tipe ise sporadik ALS denir.
Hastalığın nedeni hakkında pek çok teori bulunmaktadır. Bu teoriler şöyle sıralanabilir; Oksitleyen hasar, protein bileşenleri, otoimmün kaynaklı kalsiyum akımı, viral enfeksiyonlar, sinir büyüme faktörü eksikliği, glutamat eksitotoksisitesi, apoptoz (programlı hücre ölümü), travma, çevresel toksinler.

ALS Hastalığında Klinik Bulgular:

Üst motor sinirlerin hasarı sonucu kaslar sertleşir. Beyin sapı ve omurilikte bulunan alt motor sinirlerin hasarı ise kas erimesine neden olur. ALS hastalığı genellikle hem üst hem de alt motor sinirleri tutar. Hastalığın belirtileri hafife alınan sebeplerle başlar. Genellikle ya konuşma, yutkunma fonksiyonları etkilenir, ya da kollarda ve bacaklarda ilk belirtiler görülür. Kol ve bacaklarda kas güçsüzlüğü ile başlar. Konuşma, çiğneme ve nefes alma etkilenir. Yutmada zorlanılır, ağızda tükürük birikmesi konuşmayı zorlaştırır. Zamanla kol ve bacaklar incelir. El ve ayak kaslarında seğirme ve kramplar olabilir. Bu sebeple kol ve bacaklar iyi kullanılamaz. Yürürken bir şeylere takılmalar veya bir şeyi yerinden kaldırırken zorlanmalar meydana gelir. Kelimeler ağızdan çıkarken yuvarlanır. Kontrol edilemeyen ağlama ve gülmeler olabilir.
Bir kas grubundan başlayan belirtiler zamanla diğer kas gruplarına yayılır. Kaslardaki iş görememenin derecesi ve hastalığın ilerleyişi kişiden kişiye değişir. Solunum kaslarının etkilenmesi ve etkinin yayılması ile solunum güçlüğü hastalıkta gelinen son aşama olur.
Hastalıkta genel olarak duyular, idrar ve barsak işlevleri etkilenmez. Kalp kası zarar görmez. Göz kasları çoğu kez en son etkilenen kas grubu olur, kimi zaman da etkilenmez. Hasta zihinsel anlamda normaldir.

ALS Hastalığının Görülme Sıklığı:

Her kesimden insanda görülebilen hastalığın ağırlıklı hedefi yaşı ilerlemiş erkek nüfustur. Zayıf insanları yakalayan hastalığın başlangıç yaşları 40-50 yaşlardır. Hastalığın dünyadaki görülme sıklığı 100.000'de 0,5-2,4 olarak bilinmektedir.

ALS Hastalığı Teşhisi:

ALS hastalığı teşhisi için dünyada geniş çapta kabul edilmiş ve en çok kullanılan ölçüt, 1994 yılında kabul edilen El Escorial kriteridir. Nörolojik hastalıkların çoğu aynı belirtileri vermesine rağmen bunların çoğunluğunun tedavisi mümkündür. ALS teşhisine ayırıcı tanı ve diğer nörolojik hastalıkların elenmesiyle ulaşılır.
Teşhis koyabilmek için bazı test ve tetkikler yapılır.
EMG,  sinir ve çizgili kasların elektriksel aktivitesini incelenmeye yarayan nörolojik tetkik yöntemidir.
Bir başka test yöntemi de NCV (sinir iletim hızının) ölçülmesidir.
Manyetik rezonans (MR) görüntülenmesinde manyetik alanda radyo dalgaları hastanın beynine ve omuriliğine gönderilir. Bu bölgeler hakkında ayrıntılı görüntü alınır.
Üre ve kan analizi gibi laboratuvar testleri yapılır.
2006 yılının Şubat ayında Nöroloji adlı dergide yayınlanan bir çalışmada belirtildiğine göre ALS hastalarında sağlıklı insanlara göre, beyin omurilik sıvısında bulunan üç karakteristik protein miktarı daha düşüktür. Bu proteinlerin seviyeleri değerlendirildiğinde, ALS tanısında %95 oranında kesin sonuç verdiği kanıtlanmıştır.

ALS hastalığı Tedavisi:

ALS hastalığının nedeni bilinmediği için ancak belirtiler tedavi edilebilmektedir. Hedefe yönelik ilaç bulma çalışmaları halen devam etmekte olup, yapılan tedavinin amacı; yan etkilerin önlenmesi, işlev kaybının azaltılması ve hastanın yaşam kalitesinin mümkün olduğunca yüksek tutulması olarak karşımıza çıkıyor. ALS tüm vücudu etkilediğinden tedavi sırasında farklı alanlarda çalışan doktor ve sağlık personeli ile koordinasyon içinde çalışmak gerekiyor. Hasta yakınlarına hastalığı takip etmekte ve bakıcılıkta çok iş düşmektedir. Kronik hastalıklarda karşılaşılan depresyon hastaları olduğu kadar hasta yakınlarını da ilgilendirmektedir. Hasta ve hasta yakınlarına verilecek psikolojik destek zihin sağlığını korumada faydalı olacaktır.
Hastalığın tedavisi ev ortamında yapılmaktadır. Bakıcının hastada karşılaşacağı olası sorunlar ve yapabilecekleri aşağıda sıralanmaya çalışılmıştır.

  • Solunum İle İlgili Sorunlarla karşılaşıldığında neler yapılabilir?

Solunum kaslarındaki güçsüzlüğe bağlı olarak solunum yetmezliği ortaya çıkar. Bu sorunun ortaya çıkmasında yatağa bağlı kalmak rol oynar. Hastanın nefes alışları izlenmeli, derin nefes alamama, düz yatmaktan dolayı öksürme veya düşük ses tonu gibi belirtiler görüldüğünde hekime bildirilmelidir. Hekim gerekli gördüğünde solunum cihazı kullanmaya başlanmalıdır.
Hasta yatağa bağımlı ise yatma pozisyonu devamlı değiştirilmelidir. Pozisyon değiştirme sırasında derin nefes alıp verdirilmesi kuvvetlice öksürmesi sağlanmalıdır. Hastaya bol sıvı verilmelidir.

  • Beslenmenin önemi ve dikkat edilmesi gerekenler:


Hastaya düzenli ve sık aralıklarla hafif yiyecekler verin. Sevdiği yemekleri yedirin ve sıcak olmamasına dikkat edin. Yutma güçlüğü yaşayan hastalara yumuşak yemekler verin bunları yaparken acele ettirmemeye özen gösterin.

  • Öz bakım ile ilgili sorunlarda yapılması gerekenler:


Hastanızın yapmakta güçlük çektiği ağız bakımı, saç tarama, tırnak bakımı ve banyo yapmasına yardım edin. Kendisi hala yapabiliyorsa acele etmeden giyinmesine zaman tanıyın. Giysilerde düğme, fermuar gibi ince motor becerisi gerektiren şeyler varsa daha kolay giyebileceği kıyafetlere yönelin. Hareketi kısıtlayan dar kıyafetlerden uzak durun.  Evde düşmelere karşı önlemler alın. Eşya sayısını azaltın, köşeli eşyalara karşı önlem alın. Halı saçağı bile tehlike yaratabilir bu tip tehlikeleri gözden kaçırmayın. Hastanızı yalnız bırakmayın.

  • Konuşma ve iletişim sorun olduğunda neler yapılmalıdır?


Hastada konuşma güçlüğü baş gösterdiğinde beraberinde duygusal problemlerde ortaya çıkar. Bu zamanlarda hastaya anlayış gösterilmeli konuşmasını tamamlayana kadar sabır ve sevgiyle dinlenmelidir. Konuşmaktan vazgeçmemesi için teşvik edilmelidir. Onunla tek tek ve anlaşılır bir ses tonu ile konuşulmalıdır. Bir kerede sadece bir soru sorup yanıtını almadan başka bir soru sormayın. Gerekirse yazarak iletişim kurmayı deneyin. Sosyal olması için teşvik edin dışarıya çıkarın. İşitme ve görme konusunda bir sorundan şüphe duyuluyorsa doktora gidin ve gerekirse gözlük ve işitme cihazı alın. Hastanın ihtiyaçlarını karşılayıp yaşam kalitesi artınca tüm aile bireyleri de hasta ile beraber nefes alacaktır.

  • Depresyon ve yetersizliklerine uyum sağlamada hastanıza yardımcı olabilecek öneriler:


Yapamadıklarına değil yapabildiklerine odaklanmasını sağlayın. Sınırlı bir yaşamı olduğunu kabul etmesini ve hedeflerini buna göre belirlemesine yardımcı olun. Hastanın giyim ve görünüşünde özenli olmak olumsuz bir beden bilincinin üstesinde gelmesinde faydalı olur. Her gün yapılabilecek, istekle yaptığı, zihnini meşgul edecek uğraşlar bulun. Kendi hayatları ile ilgili önemli kararlar almalarını sağlayın kontrolün hala ellerinde olduğunu bilmek hastayı olumlu etkiler.

  • Yorgunluk sorunu için neler yapılabilir?


Çabuk yorulan hastaların yorgunluğu azaltılarak yaşam kalitesi yükseltilebilir. Yürümede problem varsa tekerlekli sandalye edinilmelidir. ALS hastası bir işe kalkıştığında sık sık dinlemeli derin nefesler almayı ihmal etmemeli ve bunu yaşam biçimi haline getirmelidir. Ağır işleri enerjinin fazla olduğu sabah saatlerinde yapmasını sağlayın. Çok sıcak ve çok soğuk ortamlardan uzak tutun ve yeterli sıvı alımını sağlayın. Beslenme yetersizliği kas kaybına akabinde güçsüzlüğe sebep olacağından doktora başvurup bir diyet belirleyin.

ALS hastalığı henüz tedavisi olmayan bir hastalıktır. Yola devam edilirken gerçekçi olunmalı, eldekilerle en iyi neler yapılabiliyorsa ona odaklanmalı, hem hasta hem de hasta yakınları olarak yaşamdan keyif alınmaya çalışılmalıdır. Bazı modeller vardır ki insanın umudunu devamlı ayakta tutmaya yardımcı olurlar.
Stephen Hawking ile başladığım yazımı onun sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Ne kadar kötü olursa olsun, asla pes etmeyin. ‘Bu benim başıma nasıl geldi’ diye düşünmeyin, ‘Benden daha kötü durumda olan insanlar da var’ diye düşünün. Uçurumun kenarında bile taklalar atabilirsiniz, üstelik gülümseyerek. Önemli olan ruh ve akıldır. Her şeyin en iyisini yapmaya çalışın ve hastalığınızın arkasına saklanmayın.
Her günün tadına varın. Akşama nereye gideceğinizi planlayın ve geleceğinizi planlamayın. Sadece başkalarının yardımına açık olmayın, kendinize de yardım edin. Hala bir şeylerin üstesinden gelebileceğinizi gösterin herkese. Yapamayacağınız şeyler için boş yere üzülmeyin, yapabileceğinizi yapmaktan zevk almak için uğraşın.”


Devamını Oku »
Film Gündemi Copyright © 2019 Tüm Hakları Saklıdır...
Sayfa Başına Dön